28 Ekim 2009 Çarşamba

Maçtan Geriye Kalanlar # 3

Pragmatizm: 3 Rasyonalizm: 1 Terörizm: 10


Artık her büyük maça ‘derbi’ deniyor. Sorun değil. Ancak has anlamıyla derbi, bütün bir şehrin meşgul olduğu maçlar için kullanılan bir terim. Örneğin geçen haftaki Boca-River maçı... Örneğin bu cumartesi oynanacak Arsenal-Tottenham maçı... Kuzey Londra’da futbolla ilgilenen ilgilenmeyen herkes şimdiden tarihiyle, anılarıyla, güncel hikâyeleriyle bu maçı iliklerinde yaşamaya başladı. Maçtan sonra da en az bir hafta onunla yatıp kalkacak.Bir arada yaşama ve birbirine tahammül etme sınavı derbiler. Bir şehrin toplu sınavı. Fenerbahçe-Galatasaray derbileri de İstanbul için, hattâ ülke için öyle. Çok özgün biçimde üçlü bir rekabet çıkarmış olan bu yaşlı kentte 3. taraf da bu maçların içinde hissediyor kendini.Tek taraflı derbilerYani ‘derbi maç sadece maç değil.’ Boca-River derbilerini maç öncesi gösteriler tribünler için izliyorum ben daha çok. Çünkü bir arada yaşama, yarışma, tartışma, çekişme ve birbirini iğneleme kültürünün cisim bulduğu yerler tribünler...Bizde ise bir avuç konuk seyirci tribünlere alındığından beri derbiler karşılıklı olmaktan çıktı. İki maça bölündü. Maç kimin sahasında oynanıyorsa derbiyi o taraf yaşıyor, karşı taraf kurbanlık oyuncular gibi sahaya çıkıyor. Bir avuç konuk takım taraftarının maça alınması bu gerçeği değiştirmiyor, tersine güçlendiriyor. Bu taraftarlar kamçılar, pardon polis copları içinde sokuluyor, tribüne değil kafese konuyor. Aşağılık köleler gibi. Bu düpedüz bir Linç ortamı.İşte bu ortam yüzünden maçlar bir anda pet şişeyle adam vurma eğlencesine dönüşebiliyor. Dışarıda can ciğer arkadaş olan futbolcular birbirine giriyor. Koridorlarda futbolculara saldırılıyor. Konuk taraftara her türlü taciz yapılıyor.Pazar günü sıra Fenerbahçe’nindi. İçinde bazen küfür sosu olsa da, rakibi iğneleyen pankartlar, sloganlar zekâ ürünüydü, hoştu... Ama tek taraflı olduğu için benim gibi tarafsızlara tad vermedi. Belli ki Fenerliler son dokuz maçı kazanmanın özgüveni içindeydi.Ne var ki bu özgüven ortamında bile şiddet kendini gösterebildi. Futbolcular birbirine girdi, yardımcı hakemin kafası yarıldı. Sadece işini yapan Lig TV kameramanı da yaralandı. Konuk kaleciye lazerler tutuldu... Sanıyor musunuz ki, dünya basını bu bizim derbilerle futbol açısından ilgileniyor. Hayır, pet şişe debisinden beri bu maçların şiddet yanıyla ilgileniyor. Pazar günü de aradıklarını buldular... Başka yerde olsa hakemin yaralanması maçın oynanmaması için yeterli neden olurdu. Medya mensubunun yaralanması, medyanın maçı boykot etmesine yol açabilirdi.Sakın ‘birkaç kendini bilmez’ lafını gevelemesin kimse. Meşum İsviçre maçından bu yana şiddet organize bir şey futbolda. Asıl bu terörizm işte. Meşum pet şişe derbisi, talimatla tamamlattırıldığından bu yana muktedirler buna göz yumuyor. Her milli maçta bu ortam muktedirler eliyle örgütleniyor. Bursaspor-Diyarbakırspor maçındaki örgütlü linç ortamı, ‘iki taraf arasındaki çatışma’ya indirgenerek geçiştiriliyor, üstelik bir de Ermenistan milli maçıyla ödüllendiriliyor.Derbilerin futbol maçı değil de, her an şiddetin boy atacağı birer güvenlik konusu olarak görüldüğü hakem atamalarından belli. Bu maçlara verilecek hakemlerde aranan tek özellik gerilimle baş etmeleri... Bu yüzden, sürekli maçı durduran, yeniden başlatma konusunda hiç acele etmeyen, devre sonlarına laf olsun diye birkaç dakika ekleyen, enti püften şeylere kart gösterip de, ev sahibi futbolcuların şiddet hareketlerini görmemezlikten gelen Bünyamin Gezer derbinin ‘ideal’ polisi, pardon hakemi oluyor... Maç asayişle ilgili bir adli olaya dönüşünce zavallı Keita, Tanıl Bora’nın çok hoş deyişiyle, “Deliller kararmasın diye, koşup sahaya atılan bardağı zapta geçirtiyor.”Korkudan kahramanlarŞiddetin kökünde yenilme korkusu, ‘yenilirsen mahvolursun’ korkusu var. Rakibin yenilgisine kendi yenginizden fazla sevinebilirsiniz. Her durumda rakibinizin oynadığı takımı tutabilirsiniz. Bunlar bence olağan. Bir yere kadar rekabetin şanından. Ama bu sevinç için bile güçlü ve dişli bir rakibe ihtiyacınız var. Sıkıştığında şiddete yönelmek, her yola başvurup rakibi yıldırmaya, ezmeye çalışmak bizatihi rekabetin düşmanı... ‘Yenilme korkusu’, bir arada hakça yarışma ve çekişmeyi göze alamayan muktedirlerin yukarıdan aşağıya yaydıkları bir korku... Bu korku sahaya doğru indikçe kabadayılık biçiminde gösteriyor kendini.Sadece Bilica ve Arda’ya değineyim. Şimdiye kadar sıradan takımlarda oynayıp da bir anda Fenerbahçe formasına nail olan Bilica, Sarı-Lacivertli topluluğa futboluyla kendini kabul ettireceğine kolay yolu seçiyor... Her fırsatta rakip futbolcularla horozlanıyor.Galatasaray kaptanlığına kadar yükselen Arda, başarı ve iktidar kazandıkça kendisini sınırlayıp benliğini geri atacağına, her şeyi yapabilecek, herkese laf yetiştirecek ama hiçbir eleştiriye tahammül etmeyecek bir yerde görüyor kendini. Banu Yelkovan’ın dün bu sayfalarda çözümlediği gibi takım arkadaşlarını ve oyun disiplinini unutup tek başına kahramanlığa, ‘Tarkanlığa’ soyunuyor. Arkadaşlarının ve taraftarının sakin bir lidere ihtiyaç duyduğu bir maçın öncesinde durduk yerde rakibe dayılanarak işi tek kişilik bir davaya dönüştürüyor. Kendi takımını pasifize ediyor. Boyun eğmeyenin...Derbideki futbol mu? Fazla söze gerek yok. Rasyonalizm bir kez daha pragmatizme yenildi... Daum, kazanmaya yetecek futbolu oynatan bir hoca. Bu yüzden adı hiçbir zaman uluslararası hedefleri olan büyük takımlarla anılmıyor. Türkiye sınırları içinde başarılı olmanın sırrını almış. Başkanı öveceksin, her fırsatta milli ezikliğimiz gıdıklayacaksın, ne olursa olsun, özellikle de Saracoğlu’ndaki Galatasaray maçlarını kazanacaksın.Daum futbol çıtasını realist seviyede tutuyor. Fenerbahçe’ye garanti oynayacağı futbolu oynatıyor. Rakibe basıp oyunu temposunu düşürüyor, uzun toplarla ve Alex’le sonuca gidiyor, öne geçince maçı uyutuyor. Antep’teki gibi son dakikada maçı, birkaç yıl önce Denizli’de olduğu gibi şampiyonluğu vermek var ama olsun, bu kadarı bile onu Türkiye’de ‘dahi’ yapmaya yetiyor. Türkiyer Ligi’nde geçerliliği olan bu futbol Twente gibi çağdaş futbol oynamaya çalışan bir takıma sökmese de Avrupa’nın ikinci lig play-offları olan Avrupa Ligi gruplarında şimdilik yetiyor... Pazar gecesi de maçın baskısı altında pasifize olmuş Galatasaray’ı sert baskıyla durdurdu Daum. Kanatları tıkadı. Orta alanda bastı. İlk onbeş dakika hızlı çıkıp golü buldu. Sonra maçı yavaşlattı, aralarda vurdu.Michels-Sacchi geleneğinden gelen Rijkaard’ın kafasında tek bir futbol var. Dünyada oynanan günün en ileri futbolu bu. Onun çıtası en yukarıda duruyor, maça ve duruma göre inmiyor. Aldığı takımı bu düzeye çıkarmaya çalışıyor sadece. Futbolun en rasyonelinin peşinde. Bu yüzden Rijkaard başarılı olur, ya da kovulur ama adı hep dünya futbolunun en ileri takımlarıyla anılır... Galatasaray’da da bunu deniyor. Bu kadroyla işi zor; zamana ve yenilemelere ihtiyacı var. Yenilgileri kolay sindiremeyen yöneticilere ne kadar dayanacak belli değil . Ufkunu genişleteceğine her şeyi kendi dar ve köhne ufkunun içine sıkıştırmaya alışmış ulemaya da. Ancak şu kısacık sürede bizim sahalara dünya futbolunun problematiklerini getirdiği kesin. Pazar gecesi de bunu denedi, ama rekabetin şiddetine ve oyuncularının yenilme korkusuna yenildi. Pragmatik olsa belki puan alırdı ama buna tenezzül etmedi. Böyle oynatmayı bilmiyordur zaten.

1 yorum:

FIRAT dedi ki...

hakang yazı sana uzun gelir okuyayamam diyorsan senin için özetini çıkarabilirim...