12 Ağustos 2009 Çarşamba

Ağlamayı Bırakın Vefaspor'da Oynayın...

Bize haksızlık yapıldı edebiyatı artık kabak tadı verdi.Maddi manevi her şeylerini Galatasaray'la kazanan futbolcuların kulüp artık onlarla yola devam etmek istemiyor diye ayrılıp sonra sağda solda ağlamaları.Yok ABD'ye gidiyorum yok Avrupa'ya gidiyorum dedikten sonra TRT den öteye gidememeleri, her fırsatta ne sorulursa sorulsun konuyu Galatasaray'dan onlara göre haksız yere ayrılmalarına getirip ağlaşmaları evet kabak tadı verdi.
Flying Dutchman bloğunda bu konu ile ilgili iki mükemmel yazı yazmış.Link olarak verdiğimde ona bile tıklamaya üşenip okumayan arkadaşlarım var biliyorum o yüzden yazıları burada yayınlayacağım okumanızı ve konunun ne olduğunu her yönü ile görmenizi tavsiye ederim...


TÜRK FUTBOLUNUN KIRGINI

Yıl 1995. Eylül Ekim ayları Hakan Şükür Torino'ya transfer oldu. O zaman 14 yaşındaydım. 3 görüntü aklımda kalmış. Hakan'ın "beni istemeden sattılar" şeklinde demeçleri, Yurdeşen Karahasan'ın kendisine yazdığı mektubu gözü yaşlı şekilde Şansal Büyüka'nın programında okumaları, Torino'da kendisinin olduğu Fiat reklam filmi ve Hakan'ın her antrenman sonrası o zamanın Atv muhabiri Selçuk Manav'ı yanına alıp Torino'daki bir ırmağın kenarına götürerek yaptığı "ben çok yalnızım, bazılarına çok kırgınım, Rizzitelli bana hiç pas vermiyor, bana haksızlık ettiler" edebiyatı. Kırılmıştı Hakan Şükür.Yıl 1999 Ocak ayı. Hakan Şükür transfer olmak için gittiği Juventus kulübünde Galatasaray ve Juventus'un bonservis bedelinde anlaşmasına rağmen, İtalyan kulübünün ve kulübün temsilcisi Celalettin Bilgiç'in iddiasına göre sürekli yeni talepler ve menajerine ek ödemelerle Juventus'un karşısına gelerek onları bıktırmış ve kulübün sonunda "almıyoruz" demecine yol açmıştı. Şükür'ün imza aşamasına gelindiğinde ek 2 cep telefonu, ilave bir araba gibi ilginç talepler icat ettiği konuşuldu durdu. Hakan Türkiye'ye döndü. "Paşa paşa gidecek oynayacak dediler. Bunlara kırıldım" dedi. Kırılmıştı Hakan Şükür.Hakan Şükür daha sonra Inter'e, oradan Parma'ya, oradan da Blackburn'e transfer oldu. Kendisini İtalyan medyası yerden yere vururken ilk onbire koyup oynatan ve sürekli destek veren Tardelli'ye sonradan "hiç güvenmediğim bir teknik adam oldu" diyecekti. Parma'da ilk birkaç maç sonrası Bonazzoli'yi ilk onbire koyup kendisini yedek soyunduran Carmignani'ye de kırıldı Hakan. Blackburn'e kendisini getiren Greame Souness'la da kırgın ayrıldı Hakan. Onlara da kırılmıştı Hakan Şükür.Hakan Şükür 3 sene önce Gerets'e kırıldı bu sefer. Kendisini yedek bırakmıştı çünkü. Kırgınlığını 3 yıl sonra TRT ekranlarında dile getirecekti. 2007-2008 sezonunun ortasında bir anda Adnan Polat'a da kırıldı Hakan. Sezon sonu Galatasaray'dan ayrıldı. Milletvekilliği, yorumculuk, Dubai, ABD Ligi derken, bir dolu demeç verdi basına "birilerine kırgınım" diyerek. TRT'de işe başladı Mehmet Demirkol ve Ömer Üründül'ün yanında.Pazar akşamı ilk programıydı. Hakan Şükür kırılarak başladı programına.İsmini vermek istemediği Galatasaray'lı yöneticilerin kendisine kontrat teklif etmediğini, taraftarlara daha farklı veda etmek istediğini, olaylar düşündüğünden farklı gelişince insanın ister istemez "kırıldığını" anlattı. Euro 2008 kadrosunda olmayı beklerken alınmadığını ve beklemediği bir olay olduğunu açıkladı. Besbelli Terim'e de kırılmıştı Hakan. Sonra Sivasspor'un Trabzonspor deplasmanında 3 forvetle oynayıp oynamamasını tartışırken, bir anda 3 sene önce Eric Gerets'in onu Trabzon deplasmanı öncesi otelde ilk onbirde açıklayıp stada geldiklerinde yedeğe aldığını ve Ilic'i sahaya sürdüğünü ve maçı kazanamadıklarını anlattı (hoş 1-1 biten maçtaki golün asistini Ilic yapmıştı ya olsun, Hakan Gerets'e kırılmıştı bir kere). Emre Belözoğlu'nun kanat oyuncusu olup olamayacağı ile ilgili soruya da "zamanında Arda da kanatta böyle çakılıp kalırdı ben ona hep defansın arasna gir diye kenardan direktif verirdim" şeklinde cevap verdi.

Hakan Şükür 15 yıldır birilerine kırılmakla meşgul. Google'da Hakan Şükür ve kırgın kelimelerini yazdığınızda 23.200 tane sonuç çıkıyor. Hakan Şükür ve gol yazdığınızda 24.300. Bu blogda Hakan Şükür ile ilgili hiçbir yazı okumadınız belki de. Hakan Şükür benim taraftarı olduğum kulübün oyuncusudur. Bu yüzden de benim açımdan kendisine saha içindeki performansı için tek söz söylenmeyecek adamdır. Bu takımdan yuhalanarak yollanan Petre ve futbol fakiri Tamas bile o formayı giydiği sürece bizden destek görmüştür Hakan'ın görmemesi mümkün değildir. Hiçbir zaman da onu beğenmediğim bir dolu maç olsa da onun hakkında yıkıcı, şahsını hedef alan eleştiriler yapmamışımdır. Kendi futbolcusunu eleştiren, protesto eden, küfür eden anlayışa hiçbir zaman onay vermeyen felsefemizle.Ama Hakan Şükür maalesef bir sporcu karakteri sergileyememiştir kariyeri boyunca. Hakan sürekli birilerine kırılmıştır. Sürekli "isim vermeden" birileri hakkında açıklamalar yapmıştır. Hakan Şükür her Avrupa macerasında Türk futbolcusunun imajını yerle bir etmiştir. Torino'da, Milano'da, Blackburn'de...Aynı kulüp Avrupa'ya Tugay Kerimoğlu gibi bir istikrar abidesi ve örnek profil çizen bir şahıs göndermişken Şükür'ün çizdiği portreyi onaylamak mümkün değildir. Hakan hiçbir zaman Galatasaray'a, Galatasaray'ın ona ihtiyacı olduğundan daha fazla ihtiyacı olduğunu anlayamamıştır. Zira futbol dünyasında kendisine sabredebilecek, onun uzun süren golsüz dönemlerine tahammül edebilecek tek camianın Florya'da kamp kurduğunu anlayamamıştır bir türlü. Zaten gittiği her takımın onu bu golsüz dönemlerinde yedeğe oturtması da bunun bir göstergesidir. Ömrü boyunca en formsuz döneminde bile kendisine destek çıkan kulüpten her ayrılışında kendisini kulübede bulmuştur Hakan ve hep şaşırmıştır, hep kırılmıştır. Buna rağmen o desteği veren kulübe kırılmakla geçmiştir hayatı. Şimdi TRT ekranlarında kırılmaya devam etmektedir. Attığı goller, kırdığı rekorlar, o formayla aldığı kupalar. Hepsi tarihte yazacaktır. Ama kariyeri her aşağı gittiğinde gündeme geldiği bu "Kemalettin Tuğcu edebiyatı"nı bir kenara bırakmadan bir "insan ve sporcu karakteri olarak" benim için Bülent Korkmaz, Tugay Kerimoğlu, Metin Oktay, Muhammet Altıntaş ve hatta hatta düzenli olarak kapının önüne koyulmasına rağmen savaş verip geri gelen Emre Aşık'tan daha üstte yer alamayacaktır.

*****************

Geçtiğimiz sezonun başı. Hakan Şükür'ün Stadyum programındaki ilk akşamı. Sordular Galatasaray'ın Skibbe ile geleceğini, neler olabileceğini, takımın durumunu. Hakan Şükür konuşmasına "Skibbe yeni bir hoca takımı tanımaya çalışıyor" ile başladı, "Adnan Polat bana kontrat önermedi, taraftarlara farklı veda etmek isterdim, geçen sene yerli oyuncular olarak kurduğumuz bir uyum vardı" diye bitirdi. Konunun Skibbe'den oraya nasıl geldiğini anlamamıştım. Hakan Şükür ile ilgili düşüncelerimin tümünü yansıtabildiğim Türk Futbolunun Kırgını yazısında olayın ayrıntıları var. UEFA Kupası'nı kazanan kadronun futbolcularından birisi Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra çıktığı ilk televizyon programında yönetim kurulunu eleştirmekle başladı işe.Aradan bir sene geçmiş, isimler değişmiş sadece. Hasan Şaş TRT Türk'teydi pazar akşamı. Gaziantepspor maçından girdi o da, lafı bitirdiğinde kendilerinden sonra Florya'da petrol bulunma ihtimalinden, kendisine kaptanlığın neden verilmediğinden bahsediyordu. Onunla ilgili de 1,5 sene önce bir yazı yazmıştık. Futbolculuğunda, kırmızı kart gördüğü bir maç sonrası mikrofonlara çıkıp “bu ülkede Hasan nasıl olsa mimlenmiş, en ufak itirazına kart çıkıyor, bu halde bu ülkede kalmamın anlamı yok Avrupa’ya gideceğim” diyen adamla, olaydan 3 hafta önce “hakemler de insan fazla yükleniyoruz” diyen adamdı Hasan Şaş. O da televizyon kariyerindeki ilk programına yönetim kurulunu eleştirmekle başladı. Bundan bir kaç yıl önce Arif Erdem ve Hakan Ünsal'a UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi maçlarını izlemeleri için davet geldiğinde basına "UEFA'nın bu jestine teşekkür ederiz, ama bu davetin kulüpten gelmesini isterdik" şeklindeki görüşleri yansıdı. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazanan dönemdeki futbolcularının kendilerine mikrofon uzatıldığında ve konu Galatasaray olunca, kendi üzerlerinden Galatasaray'ın vefa anlayışını ve yönetim politikasını eleştirme gibi bir alışkanlıkları var. Ben, benim, benden, bana ile dolu bir dolu cümle....Şimdi öncelikle şu vefa kavramının evrenselliğine bir bakalım. Dünya futbolunda "30 yaşını geçmiş her oyuncu, o anda oynadığı takımda futbolu bırakana dek forma giyer" şeklinde bir kural varsa benim haberim yok. Bir futbolcu bir takımda çok uzun süre forma giyerse de o takımda kariyerini bitirmesi gibi bir şart da yok. Sami Hyypia 35 yaşında. Liverpool'da 10 yıl boyunca forma giydi. Liverpool kulübü ona "futbolu bırak gel teknik ekibe katıl" dedi. Hyypia kabul etmedi bunu. 35 yaşında transfer yaptı. Bayer Leverkusen'e gitti. Halen aktif futbola devam ediyor. Bir futbolcu bir takımda çok büyük başarılar kazandığı zaman da onu kariyerinin sonuna kadar takımda tutmak gibi bir zorunluluk yok. İsmael Urzaiz Athletic Bilbao için simge bir isimdi. 11 yıl formasını giydi takımın. 2007'de Fernando Llorente Bilbao forvetinde onu gölgede bırakmaya başlayınca Ajax'ın yolunu tuttu 36 yaşında. Keza Hyypia Liverpool'da sadece çok uzun yıllar oynamamış aynı zamanda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu da yaşamıştı. UEFA Kupası'nı kazandıran penaltıyı atan adam Gheorghe Popescu, kariyerinin sonlarında 34 yaşında Galatasaray'dan ayrılıp Lecce'ye gitti. Daha dün bahsettik, Damiano Tommasi gibi, maaşından feragat edebilecek karakterdeki bir adamı Roma, 10 yıllık kariyerden sonra 32 yaşında Levante'ye yolladı. Örnekleri çoğaltmak mümkün, kesiyorum. Sizin de kafanızda aynı çerçevede örnekler oluşmuştur.Galatasaray'ın özelindeki şu ünlü "vefa"ya gelelim. Fatih Terim, Reinhardt Stumpf, Ümit Davala, Bülent Korkmaz, Gheorghe Hagi, Suat Kaya....bu adamların hepsinin ortak bir özelliği var. Kulüp tarihinin en önemli başarılarında yer alan bu adamlar futbolu bıraktıktan sonra kulüp bünyesinde teknik direktör, yardımcı hoca, altyapı hocası gibi görevler aldılar. Bazılarının sonu kötü bitti, bazılarınınki zirveye yerleşti. Ama ortada bir gerçek var, Galatasaray yönetiminin veya camiasının, eski futbolcularına sırt çevirmesi, onları gözardı etmesi gibi bir durum söz konusu değil. Hatta son 10 yıla bakarsanız Galatasaray İstanbul'un 3 büyük kulübü içinde eski futbolcularını en fazla teknik kadroda, ve altyapı takımlarında birinci adma olarak görevlendirmiş takım.Gelelim Hasan Şaş özelindeki bir açıklamaya. Şöyle diyor Hasan. "Ben 11 yıl boyunca takımın formasını giydim, kaptanlık vermediler". Bir takımın kaptanı o takımda forma giyen oyuncular içerisinde sadece en kıdemliye değil ağırlıklı olarak liderlik kabiliyeti en yüksek olana verilir. Son 2 sezonun Belçika şampiyonu Standard Liege kaptanı Defour pazubandı koluna taktığında, bırakın kulüpte uzun süre forma giymeyi, 19 yaşındaydı. Oliver Kahn'ın yıllarca kolunda taşıdığı bandın sırf saçları ağırmış olduğundan geldiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dünya futbolunda bu tür durumlar yok mudur, elbette vardır. Maldini gibi, Baresi gibi, Bergomi gibi...Ama Jamie Carragher'a göre 2 yıl daha genç bir Liverpool'lı olan Steven Gerrard'ın neden Carragher yerine bandı kolunda taşıdığının nedeni başkadır. Kıdem bir futbolcunun, takım kaptanlığı için yegane şart değildir. Bu minvalde, Hasan Şaş'ın derbi öncesi kırmızı kart görmesi sonucu kendi takım taraftarlarının "Hasan bizi gelecek hafta Kadıköy’de 10 kişi kalmaktan kurtardı, atılması iyi oldu" sözlerini iyi analiz etmesi lazımdır.Tekrar başa dönerek bitirelim. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazanmış ekibinin böyle bir alışkanlığı var yıllardır süren. Amaçlarının Galatasaray'da eksik olan bir şeyleri saptayıp ona çare bulmak olduğuna kusura bakmayın beni inandırmaları çok zor. Bana daha çok bu futbolcuların, sürekli el üstünde tutulmak, sürekli Galatasaray kulübünün üzerinde etkilerinin olması gibi bir istekleri var gibi geliyor. Sürekli "ben" derdindeler. İstikrarlı olarak yaptıkları bir başka şey var ki bu daha da nahoş bir davranış. Bir kulübü aşağılamak için ezeli rakibi övmenin çare olacağını zanneden anlayış. Bu anlayış kusura bakmayın en fazla cühela topluluğu kandıracaktır. Zira ne Fenerbahçe'nin aklı başında taraftarları ne de Galatasaray'lılar Kopenhag'da kazandıkları kupayla bir kulübün tüm etik anlayışını sorgulayacaklarını düşünen bu topluluğa pek prim vermiyor. Yoksa sadece 3 ay önce, söz konusu kupa kazanılırken Glasgow'da olan Tugay Kerimoğlu'nu, formayı bıraktıktan 9 sene sonra onurlandıran kulübü bu şekilde yargılamak çok havada kalacaktır.

Hiç yorum yok: