22 Nisan 2010 Perşembe

Ruh...

Günün birinde uyanıp şu ya da bu takımı tutmamızı sağlayan şey nedir acaba? Maçı radyodan dinlerken bile bizi heyecanlandıran o ‘bağ’ ne? Kendimizi bir ömür boyu o ya da bu takımla özdeşleştirmemize yol açan o ‘büyülü’ an hangisi? Barış Özbek’in rakibine tekme salladığı an değil herhalde?!Adını anarken gözlerimiz buğulanan ‘o’ futbolcuyu bu kadar özel yapan, onu bu kadar sevmemizi sağlayan şey ne peki? Yumuşak bilekleri mi? Hızı mı? Oyun zekası mı? Taktik bilgisi mi? Driplingleri mi? Pozisyon alışı mı? Futbol sezgisi mi? Birisi penaltı noktasını eşeleyen Bilica’ya sorsa da ne olmadığını öğrensek en azından?!
Bugünlerde herkes bir ‘ruh’ peşinde. Ruhu futbolcuların uçkurunda, taraftarın tepkisinde, sandıktaki oylarda arıyoruz. Oysa ‘o ruh’ soyunma odalarında. Her fırsatta ‘eskidi’ diye fayanslarını, banklarını değiştirmeseydik, belki oraya oturan bazı şuursuz çocuklar Baba Hakkı’nın, Lefter’in, Metin Oktay’ın oturduğu ‘aynı’ banklara oturmanın değerini bilirlerdi.
Banu Yelkovan-Radikal

Hiç yorum yok: