1 Nisan 2010 Perşembe

Arda Turan İle Türk Futbolu Üzerine...

Tam Saha dergisi Arda Turan ile muhteşem bir röportaj yapmış... Bazı bölümleri aşağıda okuyabiliriniz...
-Takımın başında artık Hiddink olacak. Uzun süren yeni teknik direktör arayışlarında senin içinden neler geçti? Hiddink'in gelişini nasıl yorumluyorsun?
-Ben o süreçte de ne düşündüğümü söylemiştim. Her zaman Türk hocadan yana oldum. Fikrimi söylediğimde "Bu Arda'nın haddine değil" dediler. Hayatında futbol oynamamış insanlar bu konuda fikir beyan ediyorsa, bu onlardan çok benim haddimedir. Ben bu Milli Takım'ın futbolcusuyum ve bu ülkenin Milli Takımı'nın başına geçecek teknik direktörün uyruğu hakkında söz söylemem kadar doğal bir şey olamaz. Steven Gerard ile Frank Lampard çıkıyor ve İngiliz Milli Takımı'nın başına kimin geçmesi gerektiğiyle ilgili isim söylüyor. Ben söyleyince "Arda'nın haddine değil" oluyor. Benim haddime değilse, hiç kimsenin haddine değil. Ben fikrimi söyledim, "Türk hoca olmasından yanayım" dedim. Çünkü duygular da önemli. Ama Hiddink kararına da saygı duyuyorum. Sonuçta Hiddink çok iyi bir hoca, kariyeri ortada. Umarım Milli Takımımıza çok faydalı olur.
-Türkiye'de genç oyuncuların üzerinde beklentilerin oluşturduğu bir baskı var ve sen bu baskı çemberini kırarak ufkunu açanlardan birisin. Ama her oyuncu için aynı şey söz konusu değil. Genç oyunculara yüklenen sorumluluğun ağırlığı hakkında neler söyleyebilirsin?

-Daha bugün yeni bir röportaj okudum. İsim vermeyeceğim ama bir altyapı sorumlusu, kendi altyapısında oynayan oyuncuyu eleştiriyor. 40 maç yenilmeyen bir Genç Milli Takımımız vardı. 1987 grubunda inanılmaz oyunculara sahiptik. Cafer Can, Mülayim, Uğur Uçar, Serdar Özkan, Gürhan Gürsoy, İlhan Parlak, Ergün ve içinde daha birçok oyuncunun bulunduğu 40 maç yenilmeyen o takıma bakıyorsunuz, bugün sadece 2-3 tanesi oynuyor, sadece 1-2 tanesi ilk on birde yer alabiliyor. Böyle bir yerde bütün suç çocuklarda mı?
Sorun nerede peki?

Sorun çocukların kişisel gelişimini sağlayamamakta. Onlara yardımcı olamamakta. O psikolojik dönemde, destekle beraber çıkmalarını sağlayamıyorlar. O çocuklar okullarında çok üst düzey eğitim görmüyorlar ki. Aile durumları da çok iyi olamayabiliyor. Biz İngiltere'de, Hollanda'da, Fransa'daki gibi büyümüyoruz ki. Dertlerle, sıkıntılarla büyüyoruz. Bu çocuklara yardım etmezseniz, kötü oynama fırsatı vermezseniz bu çocuklar çıkamaz. Fabregas Arsenal'deki ilk döneminde her maçında iyi mi oynamıştı? Açsın maç kasetlerini baksınlar. Bu çocuklara 10 maç versinler, eminim ki hepsi büyük takımların tümünde oynayacak kalitede.
-Sen nasıl başardın?

-Bunun birkaç sebebi var. Ailem ve yaşadığım tecrübeler çok önemli. Ama bir de Marcel Desailly'nin "kaptan" kitabını okumuştum. Bir genç oyuncunun yaşadığı bütün sıkıntıları anlatıyordu. O kitap beni bir çıkış noktasına itmişti. Her futbolcunun böyle zorluklar yaşadığını ve bu zorlukları yenenlerin çıkış yapabileceğini öğrenmiştim. Tabii bir de Fatih Terim'in, Hagi'nin, Manisaspor'da Ersun Yanal'ın katkıları var. Geri dönüşümde Gerets'in şans vermesi ve benim o şansı ilk seferinde iyi kullanmam var. Belki o ilk şansı iyi kullanamasaydım ben de bugün olmayacaktım. Bu ülkede çocuklar böyle kayboluyor işte. Ama sorarsanız hep hocalarımız haklı. Hepsine saygım sonsuz ama öyle bir şey yok. Çok yetenekli çocuklar göz göre göre gidiyor. Kaç tanesi çocuklara özel antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklara mental bir antrenman yaptırmış? Kaç tanesi çocuklar için bir psikolog getirmiş? Kaç tanesi tahtada 1 saat boyunca pozisyonunu, oyununu anlatmış?

-Bunların hiçbiri yok mu yani altyapılarda?

-Yok tabii. Kim, çocuğu alıp 4-4-2'de nerede, nasıl durulur, top ceza sahasına yaklaştığında defans oyuncusu alandan adama geçer, çünkü golü adam atar diye öğretmiş? Bana hiç kimse 4-4-2'yi anlatmadı. "Oradan oraya, buradan buraya kayacaksın" dediler sadece. Ama 4-4-2 sadece böyle bir şey değil ki. Alanı nerede kapatırsın, alandan adama nerede geçersin, mesafeleri nerede daraltırsın, nerede oyunu açarsın? Üç kişiyi geçip de orta yapabilirsiniz, hiç kimseyi geçmeden de orta yapabilirsiniz. Ama ben bunları yeni öğreniyorum. Bunları öğretmedilerse benim suçum ne? Ben bunları A Milli Takım'da öğrendim. Fransız çocuklar, Benzema'lar, Hatem Ben Arfa'lar bunları 15 yaşında biliyordu, ben şimdi öğreniyorum. E bana öğretmiyorlarsa suç kimde? Sonra beni onlarla kıyaslıyorlar. Beni onlarla niye kıyaslıyorsunuz ki? Benim kendi ülkemde giydiğim cekete kızıyorlar. Neymiş, özel hayatımı göz önünde yaşıyormuşum. Ben göz önünde yaşamıyorum. Üç günde bir maç oynuyorum, haftada bir kez yemeğe gidiyorum. Oraya 35 tane kamera geliyor. Kusura bakmasınlar ama 35 kamera oraya geliyor diye haftada bir kez gittiğim yemekten kaçamam yani. Giydiğim ceketi eleştireceklerse eleştirsinler. Umurumda değil. 18-19 yaşındaki çocuğun hiçbir şeyine izin vermiyorsun, sadece eleştiriyorsun. Çocuk güzel kızla gezemiyor, iyi arabaya binemiyor, kaliteli yemek yiyemiyor, psikoloğunu tutmuyorsun, iyi antrenman vermiyorsun, sonra çocuk büyük futbolcu olsun diye bekliyorsun. Olamayınca da suçluyorsun. Ben bunu kabul etmiyorum. İsteyen bana "Çok bilmişsin" desin. Peki, o çocukları oynatan nasıl oynatıyor? Fatih Hoca kimleri oynattı. Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Tolunay Kafkas, Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı, Samet Aybaba, Thomas Doll nasıl oynatıyor? Zaten artık o hocaların zamanı. Gençleri oynatanlar fark oluşturuyor. Herkes bu hocaların takımlarından bahsediyor. Çünkü bu genç çocuklar oynamak istiyor ve fırsatını bulduklarında da ellerinden gelenin en iyisini yapıyor. Ben bunlara kafamı takıp düşünsem eriyip giderim.

-Baskı altındaki genç oyuncu sosyal hayata katılmak ve kendini kişisel olarak geliştirmek konusunda böylesine sağlıksız bir ortamda ne yapabilir?

-Asıl mesele bu zaten. Çocuklar sosyal hayatlarını geliştirmedikleri için kendilerini sahaya da yansıtamıyor. Çünkü özgüvenleri eksik kalıyor. Sanat önemli, dizi oyuncuları önemli ama futbolcular bu halkın en önemli figürleri. Çünkü bu ülkede herkes futbol konuşuyor, futbolla yaşıyor. Bu derece önemli bir aktivitenin figürü olan 17-18 yaşındaki oyuncular sinemaya gitmeli, kız arkadaşıyla gezmeli, izin gününde gece hayatına da gitmeli. Ha, çok alkol alıyorsa uyarırsınız. Eğer oyuncu yaşayamazsa olmaz. Ben senede 50 maç oynuyorsam insanlar buna saygı duymalı. İyi oynamış, kötü oynamış önemli değil. 50 maç sahaya çıkmak dile kolay. Demek ki ben futbola aşığım, Galatasaray'a çok aşığım. Birinin bunu anlayamaması için kör olması lâzım. Arkadaşlarım doğum günümle ilgili bir DVD hazırlamış, annemin de görüşlerini almışlar. Annem "Yani" diyor, geveliyor, "Oğlum Galatasaray'ı çok seviyor" diyor, düşünüyor, "Ya her şeyi Galatasaray oğlumun" diyor. Annem bunu anlatmak istiyor. Yani ben böyle bir adamsam, futbola âşıksam, kıyafetimi çek koy, ama saatlerce programında eleştirme. Bu çocuğun annesine, babasına, kız arkadaşına lâf söyleme. Bu çocuk da insan. Ben insanların ailesiyle, kız arkadaşlarıyla ilgili konuşuyor muyum?
-Takımlarımızın uluslararası alanda belli bir noktaya kadar gelip orada tıkandığını görüyoruz. Bu tıkanma sence nereden kaynaklanıyor?

-Dediğim gibi, 90 dakika iyi oynuyorsunuz ama bir anlık konsantrasyon hatasından golü yiyorsunuz. Mesela Atletico Madrid maçında taçtan gol yedik. Siz istediğiniz kadar penaltımızı vermediler diye feryat edin. Adamlar taçtan, kornerden gol yemiyor. Siz böyle gol yerseniz elenirsiniz. Ben inanıyorum ki Uğur Uçar çok iyi bir defansif oyuncu, Sabri Sarıoğlu, Gökhan Gönül, Hakan Balta da öyle… Caner'i sol bek oynatamıyoruz. Bu kadar müthiş bir sol ayağı sol bek oynatamıyoruz. Neden? Çünkü bilgi eksikliği var. Caner'in nasıl bir kumaşı var biliyor musunuz? Topa nasıl vuruyor biliyor musunuz? Her topa vurduğunda 5 dakika onu seyrediyorum. Ama nasıl oynayacağını bilememek gibi bir sorunu var. Bunu en başta da kendim için söylüyorum. Bu konuda Ayhan Akman çok iyi bir örnektir.
-Evet, biliyorum. Onunla yaptığımız röportajda "Ben futbol oynamayı Lucescu döneminde öğrendim" demişti.

-Ayhan Akman gerçekten iyi futbolcudur, kumaşı bellidir. Ama futbolu belli bir aşamadan sonra oynaya oynaya öğrenmiştir. Şimdi de bize öğretiyor. Emre Aşık nasıl oynuyor zannediyorsunuz? Futbolu biliyor, pozisyon alıyor, hamleyi ne zaman yapacağının farkında. Tecrübeli yani. Tecrübe, oyunu bilmek aslında. Türkiye'de oyunu ancak oynayana oynaya öğrenebiliyorsunuz. Avrupa'daki oyuncu bu bilgiyi temelden alıyor.
-Avrupa'nın üst düzey takımlarındaki oyuncular yılda ortalama 60-70 maç oynarken, bu sayı ülkemizde 40-50 maçla sınırlı. Bu maç eksikliği bizim biraz daha geride kalmamızda bir etken midir sence?

-Oradaki psikolojik şartlarla buradaki arasında dağlar kadar fark var. Sen burada bir maç kaybettiğin zaman 15 gün sokağa çıkamıyorsun. Oradaki oyuncu kaybettiği maçın ardından stadın barında bir şeyler içiyor. Bakın Sabri'nin saçlarına kaç tane beyaz var. Daha 24-25 yaşında. Benim de saçlarımda aklar oluşmaya başladı. Bunlar hayatın gerçekleri. Kafamıza takmıyoruz diye bir şey yok. Sokağa bu gerçeklerle çıkıyoruz. Evet, çok para kazanıyoruz. Peki, Chelsea'deki adam çok para kazanmıyor mu, onlar da şöhretli değil mi?
-Asıl sormak istediğim, onların daha fazla maç yapıyor olmasının, karşı karşıya geldiğimizde bizim açımızdan bir dezavantaja dönüp dönüşmediği.

-Onların şöyle bir avantajı var, biz senede 10 tane üst düzey maç oynuyoruz, onlar o düzeyde 50 maça çıkıyor. Tabii bu da onlara bir avantaj getiriyor.
-Futbol artık gerçek bir endüstri haline dönüştü. Yayın gelirleri, sponsorlar derken inanılmaz paralar dönüyor. Bu durum oyunun ruhuna nasıl yansıyor?

-Para, oyunun ruhunu etkilemez. Ben gazozuna da oynasam aynı şekilde oynarım. İdman maçında bile kendimi yerlere atıyorum, kaybetmeyeyim diye. Hayatım boyunca oynarken primi düşünmedim. Çok büyük primlerin verileceği maçlar da oynadım ama parayı aklıma bile getirmedim. Oyuncuların yüzde 90'ı da böyledir. Futbolcu sadece oynayıp kazanmayı düşünür. Ben de hep parayı değil kariyeri düşündüm. Kariyer zaten size parayı da getirir.

Hiç yorum yok: