1 Kasım 2014 Cumartesi

Slaven Bilic

Futbolcuyken teknik direktör olmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu, şimdiyse Beşiktaş'ın geleceği onun ellerinde. Peki olaylar nasıl gelişti?

Hajduk Split altyapısında oynadınız, orada profesyonel oldunuz, futbolu orada bıraktınız ve teknik direktörlüğe de orada başladınız. Sizin için bir hayli anlam ifade ediyor olmalı...

Beşiktaş’a çok benzeyen bir kulüp. Çok özel bir camia ve bir futbol kulübünden çok daha fazla anlamlar içeriyor. O dönem Yugoslavya Ligi çok zorluydu, şampiyonluk mücadelesi veren birbirinden güçlü dört takım vardı. Kızılyıldız, Partizan, Dinamo Zagreb ve Hajduk Split. Hajduk sadece bir futbol kulübü değil, orada yaşayan insanlar için çok daha farklı anlam ifade ediyor. Adeta bir yaşam tarzı, bir kimlik ve bu açıdan Beşiktaş’a benzetiyorum.

Futbol oynarken aklınızda teknik adamlık yapmak var mıydı?

Kesinlikle yoktu. Futbolcuyken teknik adam ya da antrenör olmayı bir an bile aklımdan geçirmedim. Her şey bir anda olup bitiverdi. Hajduk Split o dönem ciddi ekonomik sorunlar yaşıyordu. Büyük bir kulüptük, ligde şampiyon olmuştuk, şampiyonlar ligi’ne gitme şansı yakalamıştık ve kadroda birçok yetenekli oyuncu vardı. Şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum ama bir gün biri bana gelip, Hajduk forması giymiş dört eski oyuncu olarak (Aljosa Asanovic, Alen Boksic, Igor Stimac ve ben) kulübe para yardımı yapmamızı istedi, biz de aramızda para topladık. O dönem üç arkadaşım hâlâ futbol oynuyordu, ben emekli olmuştum. Para yardımı sonrası adeta yönetim kurulu üyesi haline gelmiştik. Birkaç ay sonra saha içi sonuçları kötü gidince teknik direktörü değiştirme kararı aldık. Boşta olan birkaç teknik adamla görüştük ama hiç kimse gelmek istemiyordu. Sonra bana “Beş maçlığına takımın başına geçer misin?” diye sordular, ben de geçtim. Ligin sonuna kadar çok iyi bir performans sergiledik, sezon sonunda kalmamı istediler, ben de bu süreçten ciddi ölçüde keyif almıştım ve kaldım.

Beşiktaş’tan teklif aldığınızda ilk tepkiniz ne oldu?

Yalan söylemeyeceğim, Beşiktaş şu an dünyanın en büyük kulübü değil ama futbolla yakından ilgilenen herkes tarafından tanındığı da bir gerçek. Futbol benim hayatımın da önemli bir parçası ve futbolculuğumdan bu yana Beşiktaş’ı tanıyorum. Aslında bana ilk kez, 2008’de milli takımı çalıştırdığım dönemde teklif yapmışlardı ama o sıralar ayrılmaya hazır değildim çünkü eleme maçları başlamak üzereydi. Bu teklifi aldığımda Lokomotif’ten yeni ayrılmıştım ve aileme bir süre dinlenmek istediğimi söyledim. Tabii ne zaman ne olacağını hiçbir zaman kesin olarak bilemiyoruz. Beşiktaş’tan teklif aldığımda da kendi kendime “Hayır, Beşiktaş olamaz!” dedim çünkü reddedemeyeceğimi biliyordum. Çok özel ve tutkulu bir kulüp olduğunun farkındaydım. Zaten Türk futbolunu yakından takip ettiğimden ülkenin en köklü kulüplerinden biri olduğunun bilincindeydim. Euro 2012 play-off maçı için İstanbul’a geldiğimiz üç günlük süreç de bu kararımı olumlu etkiledi. O kısa sürede şehre adeta hayran kalmıştım.

Türkiye’ye gelen yabancı teknik adam ve futbolcular, genelde burada oynanan futbolun taktiksel anlamda zayıf, fiziksel anlamda üst düzey olduğunu söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Süper Lig’in çok da fiziksel olduğunu düşünmüyorum. Tabii bu hangi ligle karşılaştırdığınıza da bağlı ama mesela 20 yıl öncekine göre daha fiziksel olduğu bir gerçek. Yine de Türk futbolcular fiziksel olarak çok güçlü değilken ligin öyle olması çok mantıklı değil. Yani burada mesela Zlatan Ibrahimovic fiziğinde bir oyuncu yok! Her geçen gün taktiksel anlamda geliştiğini söyleyebilirim ama en nihayetinde Türk futbolcular da İskandinav oyuncular kadar disiplinli değil. Maçların 70’inci dakikasından sonra oyundan kopuyorlar.

Bu açıdan kendi takımınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son dönemde ciddi gelişme kaydettiğimizi görüyorum. Elbette kusursuz değiliz ama her geçen gün seviye atlıyoruz. Sezon başında oynadığımız Feyenoord, Arsenal ve Tottenham maçlarına bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Süper Lig’in alt sıralarında yer alan takımlar savunmada çok iyi organize oluyor ve topun arkasına çok iyi geçiyorlar. Onları açmak hiç kolay değil. Taktiksel anlamda üst düzey olmasalar da belli bir seviyenin üstündeler.

Hayal ettiğiniz Beşiktaş’ın şu ana kadar yüzde kaçını sahaya yansıttığınızı düşünüyorsunuz? Memnun olduğunuz ve geliştirmeniz gereken yönler neler?

Net bir sayı söyleyemem ama hem bireysel, hem de takım anlamında çok geliştik. Kadromuz geçen sezona oranla çok daha iyi durumda. Yine de daha geliştirmemiz gereken birçok yönümüz ve bunu yapacak potansiyelimiz var. Özellikle de hücum oyuncularının teknik olarak seviye atlaması gerek. Sadece santrforlarımızdan bahsetmiyorum tabii. Son dönemde maç içinde girdiğimiz pozisyonlarda son vuruşlarda belli sorunlar yaşıyoruz. Bunu daha iyi yapmalıyız çünkü hücuma dönük bir oyun oynuyoruz. Savunma performansımızdan da mutluyum; hem az gol yiyoruz, hem de rakibe çok az pozisyon veriyoruz.

Geçen sezon 3-3 biten Fenerbahçe maçının ardından ikinci yarıda rakibin sizi fiziksel olarak alt ettiğini söylemiştiniz. 2 Kasım’da oynanacak derbi öncesi şu anki durumunuz nasıl?

Bu aslında daha çok düşünce yapısıyla alakalı bir durum ve bunu da oynadığınız stat belirliyor. Bizim bir stadımız yok! Evinizde oynarken, tribünlerde sizi destekleyen binlerce taraftarı gördüğünüzde, kendi topraklarınızda olmanın verdiği güvenle mücadele edersiniz. Bunun yanı sıra, geçen sezon Fenerbahçe ve Galatasaray’la aramızda şöyle bir fark vardı: Onlarda şampiyonlara özgü bir düşünce yapısı var. Mesela Fenerbahçe’de Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Caner Erkin, Mehmet Topal, Emre Belözoğlu gibi oyuncular birçok lig şampiyonluğu yaşadı. Dirk Kuyt, Bruno Alves, Raul Meireles de kariyeri boyunca bir sürü kupa kaldırdı. Galatasaray’da da Fernando Muslera, Didier Drogba, Selçuk İnan, Burak Yılmaz gibi isimler vardı. Futbolda saha içinde gelişim gösterebilirsiniz ama en önemli gelişme bir şeyler kazandığınızda meydana gelir. Bu yüzden Feyenoord’u elediğinizde, Arsenal ve Tottenham’a karşı öyle bir futbol oynadığınızda, hatta Soma için düzenlenen turnuvada Chelsea’yi yendiğinizde seviye atlarsınız. Mesela geçen sezonki maçta devreye 3-2 önde girdiğimiz için memnunduk, rehavete kapıldık ve ikinci yarıya kendi kendimize “Şu 45 dakika bir an önce geçse keşke!” diyerek çıktık. Ya da mesela Galatasaray maçında oyuncularım taç atışı ya da korner kazandığımıza bile seviniyordu! İşte bunu değiştirmeye çalışıyoruz ve bu sezon ciddi gelişim gösterdiğimizi düşünüyorum.


O halde Demba Ba ve Ernesto Sosa’nın da bu tür derbilerde size bu anlamda katkı yapmasını bekliyorsunuz…

Sadece derbilerde değil! İşler zora girdiğinde sahneye çıkıp “Ben buradayım! Bu işi yapmaya hazırım!” diyecek oyunculara ihtiyacınız var. Mesela Oğuzhan Özyakup da çok yetenekli bir oyuncu ve artık “lider oyuncu” seviyesine yükselmeli. Aynı şekilde Olcay Şahan, Gökhan Töre ve Mustafa Pektemek de çok gelişti. Tabii Kerim Frei ve Cenk Tosun’dan beklentilerimiz de büyük!

Atatürk Olimpiyat Stadı’nın olumsuz koşullarından sürekli bahsediyorsunuz. Ankara’da oynadığınız Sivasspor maçındaki atmosferi nasıl buldunuz?

Harikaydı. İyi bir futbol karşılaşması için birçok şey gerekli; iki takım da pozitif oynamalı, zemin güzel olmalı, tribünler iyi olmalı… Sivasspor maçında tüm bunlar bir araya gelmişti. Hem zemin şahaneydi, hem de taraftarımızı bize inanılmaz bir destek verdi. Rakibimiz de futbol oynamaya çalışınca ortaya böyle güzel bir maç çıktı.

Vodafone Arena’da oynamak için sabırsızlanıyor musunuz?

Kesinlikle! İnönü’deki atmosferi hiç yaşamadım ama insanlardan sürekli bir şeyler duydum, videodan maçları izlerken bazı şeyler gördüm… Herkes harika bir ortam olduğunu söylüyor. Geçen sezonun başında Olimpiyat Stadı’nda da birkaç maç çok ateşli bir atmosfer yaratmıştık ama Sivasspor maçındaki ortam, Vodafone Arena’da oynamaya başladığımızda nasıl bir şeyle karşılaşacağıma dair ipuçları verdi.

Passolig uygulaması hakkında neler düşünüyorsunuz?

En ince detayına kadar bilmiyorum ama şu ana kadar tam olarak işe yaramadığını görüyorum çünkü tribünlerdeki insan sayısı ciddi anlamda azaldı. Maçları bu kadar az kişinin izlemesi ne kulüpler, ne de Türk futbolu için iyi. Taraftarların karşılaşmaları güvenli bir şekilde izlemesi gerektiğine katılıyorum ama federasyon daha iyi bir çözüm bulmalı. Bu yöntemin şu ana kadar işe yaradığını söyleyemem. 

Peki tribündeki seyirci sayısının artması konusunda kulüpler ve teknik adamlar ne yapmalı?

Göze hoş gelen futbol oynayan takımlar yaratılmalı, seyirciyi tribüne çekecek oyuncular alınmalı, daha iyi statlar yapılmalı, taraftarların maçı izlerken rahat etmesi sağlanmalı… Avrupa’nın büyük liglerine baktığınızda, olayın sadece futboldan ibaret olmadığını görüyorsunuz. Özellikle yeni yapılan statlar çok amaçlı kullanılıyor. Eskiden tribüne gidip yerinize oturur ve takımınızı desteklerdiniz ama artık işler çok değişti. Yeni statlar taraftarın yapısını da değiştirdi. Artık çok daha fazla ailenin maçlara geldiğini görüyoruz çünkü bunu birlikte bir şeyler yapmak için fırsat olarak görüyorlar. Yemek yiyor, kahve içiyor, alışveriş yapıyorlar… Tüm bunların yanı sıra, yeni yapılan statlar kesinlikle Olimpiyat Stadı ya da Osmanlı Stadyumu gibi olmamalı, maça gelecek taraftara ulaşım konusunda uygun olanaklar sağlamalı. Mesela Arsenal, Emirates Stadı’nı inşa ederken bir de metro hattı yaptırdı. Türkiye’de eksik olan şeyler işte bunlar.

Bu sezon Avrupa Ligi’nde beklentileriniz neler? Sizce Beşiktaş ne kadar ilerleyebilir?

Biz bu kadar uzağı düşünen bir takım değiliz, maç maç ilerlemeye çalışıyoruz. Zorlu bir gruptayız, rakiplerimizi gördük ve önümüzde daha birçok maç var. Ayrıca kupa sisteminde tur atlasanız bile kiminle eşleşeceğinizi ya da takımınızın o anki form durumunu bilemezsiniz. Elbette gidebildiğimiz yere kadar gitmek istiyoruz çünkü hedefimiz bu kupayı kazanmak. Kazanacağımızı söylemiyorum ama burada mücadele etme sebebimiz de bu.

Yardımcınız Edin Terzic, Dortmund’un yolundan gittiğinizi söyledi. Takımınızın böyle bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Dortmund yolu… Kendimize onları örnek almadık ya da oyuncularıma Dortmund maçlarının videolarını izlettiğimiz söyleyemem. Dortmund yerine mesela Atletico Madrid de diyebilirsiniz. Biz sadece enerjik oynamaya çalışıyoruz ve bunu başaracak takım kimyasına sahibiz. Dortmund şu an bizden çok farklı bir seviyede çünkü her sene birkaç iyi oyuncu transfer ediyorlar. Yıldızlarını kaybetseler de yerlerini doldurabiliyorlar. Onlar da bizim gibi agresif oynuyor ve sürekli pres yapıyor. Top bizdeyken de gelişim gösterdiğimizi düşünüyorum. Mesela Luka Modric, Londra’da oynadığımız Arsenal maçından sonra beni arayıp oynadığımız futbola çok şaşırdığını söyledi. “Çok rahat pas yapıyorsunuz, tiki-taka oynuyorsunuz” dedi. Biz burada yeni bir şeyler icat etmiyoruz, sadece modern futbola ayak uydurmaya çalışıyoruz.

Türk futbolseverlerle aranız nasıl? Mesela sokakta sizi görünce ne tür tepkiler veriyorlar?

Yürürken, kahve içerken ya da bir yerde yemek yerken sürekli insanlarla karşılaşıyorum. Şu ana kadar tek bir tatsızlık bile yaşamadım. Hepsi bana karşı çok iyi ve sıcak davranıyor.

Peki kadınların size olan ilgisini nasıl buluyorsunuz?

Dürüst olmam gerekirse böyle bir ilgi olduğunu düşünmüyorum. Tabii bunu istediğimi de zannetmeyin! Dışarda fotoğraf çektirdiğim kişilerin çoğu erkek. Aralarında çok az kadın oluyor.

Futbol dışında neler yapıyorsunuz?

Günlerimin çoğunu tesislerde geçiriyorum. Deplasman yolculukları da epey zamanımı alıyor. Kalan zamanımı genelde kız arkadaşıma ayırıyorum. Fırsat buldukça köpeklerimizi gezdirmeye çıkarıyoruz, yemeğe gidiyoruz, arada film izliyoruz… Yani sıradan ama iyi bir hayatım var.

İstanbul’un hangi semtlerini sevdiniz?

Yaşadığım yer Kandilli’yi seviyorum. Bağdat Caddesi de çok güzel bir yer. Eminönü de inanılmaz bir etkiye sahip. Ataşehir biraz farklı ama orası da çok güzel. Bebek tarafı da çok etkileyici.

Türk müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Televizyonda müzik kanallarına denk gelmişsinizdir…

Bazen rastlıyorum ama hepsi MTV’de yayınlanan klipleri taklit ediyor gibi geliyor! Havuz etrafında bir sürü dans eden kız… Zaten genel olarak bana hitap eden bir tarz değil. Sadece Duman’ı beğeniyorum. Evimde iki albümleri var, çok iyi müzik yapıyorlar. Geçen sene bir konserlerine gidecektik ama başka bir iş çıktı. Yaptıkları müzik benim sevdiğim türe daha yakın.

Bize Slaven Bilic’le ilgili hiç kimsenin bilmediği bir şey söyleyebilir misiniz?

Günümüzde insanlardan bir şey gizlemek imkânsız hale geldi. Herkes her şeyi biliyor! Mesela çok az insan basketbol oynadığımı bilir. Tabii açıkça anlaşılacağı üzere çok da iyi değilmişim! O dönem Avrupa’nın en iyi takımlarından biri olan Jugoplastika’da oynadım. Kadroda Dino Radja, Toni Kukoc, Velimir Perasovic gibi yıldızlar vardı ve üç yıl üst üste (1989, 1990 ve 1991) Avrupa şampiyonu olduk. Kukoc’la aynı apartmanda doğduk, aramızda 10 gün var ama hangimizin büyük olduğunu tam hatırlamıyorum. Hatta birlikte futbol da oynadık.

Hiç yorum yok: