Geçen yıl, “Arda Turan Bayrampaşa’nın Dahisi” adlı bir kitap kaleme alan, koyu Atletico Madrid taraftarı Juanes Rodriguez, Arda Turan’ın Barcelona’ya transfer olmasının ardından yazdıkları...
Bugün bakınca ne kadar da uzak görünüyor... 2011 yazında Madrid’e çıkageldin. Mesafeliydin. Sakalsız ve temiz yüzlü... Dürüst olalım; transferin büyük beklentiler yaratmamıştı bizde. Birçoğumuz kim olduğunu dahi bilmiyorduk. Sadece birkaçımız hatırlıyordu seni Galatasaray’ın Avrupa maçlarından ve özellikle EURO 2008’den... Çoğunluk, transferine şüpheyle bakıyordu. Akıllarında Falcao ve Diego Ribas gibi daha fiyakalı isimler vardı. Gelişin, büyük bir olay değildi. Atletico forması giymiş yüzlerce taraftar ve kameralar karşılamadı seni. Ama çok geçmeden topu ayağına aldın, Calderon’a, taraftarın önüne çıktın ve oynamaya başladın.
Başlarda koşmak sana zor geliyor gibiydi. Manzano’nun takımında sahada kolay olanı yapmak yerine kendini yoruyordun. Takımın geri kalanı da öyleydi ya... Sonra Cholo (Diego Simeone) geldi. Çabuk öğrendin, gelişmeye başladın. Saçların ve sakalların uzarken taraftar seni fark ediyordu. Sen farklıydın. Diğerleri kızgınken sen gülümsüyordun. Diğerleri koşarken sen duruyordun. Topu ayağında fazla tutuyordun çünkü öyle gerektiğini düşünüyordun. İşte bu yüzden, ansızın seni aykırı bir hareketin sembolü ilan ettik: Ardaturanizm! Bugün biliyorum ki Ardaturanizm ne demekti sen hiçbir zaman anlamadın. Evet, eğlenceliydi senin için. Biz ise o sırada Bayrampaşa’nın nasıl telaffuz edildiğini öğreniyorduk. Ve tabii bütün o elektrik-su hikâyelerini de...
Seni tanımaya devam ettikçe sen çalımlar atıyor ve sana dair şüphelerimizin yerini, Bükreş’te kırmızı-beyaz formayla ilk kupanı kaldırdığın gecedeki gibi sihirli zaferler alıyordu. Avrupa Ligi ne muhteşemdi! Soyunma odasında nasıl ağladığını hatırlıyor musun? Türk bayrağına sarınmış halde, çocuklar gibiydin. Duyguluydun. Çünkü sezon boyunca o kupayı alacağımıza bir tek sen inanmıştın. Hiç ayrılmayacakmış gibiydik. Bu aşk son bulamazdı. Sen bizden biriydin artık... Bu anlattıklarım şu an bana dahi öyle garip geliyor ki... Balayı bir sonraki sezon da sürdü. İspanyolca konuşamadığın konusunda ısrarcıydın. Bu halin bizi güldürüyordu. O kadar çok “Como mola el turco” (Bu Türk cool) dedik ki sonunda “Arda mola” (Cool Arda) günlük bir tabir haline geldi. Bir şeyi beğendiğimizde “Arda mola” der olduk. Madrid’de Ardaturanist değilsen hipster olamazdın. Kızlar, Arda’yı sevdiğini söyleyen erkekleri beğeniyordu. Sezon sonunda Bernabeu’da şampiyonluk kupasını kaldırdıktan sonra saçlarını kazıttığın sırada “Yavaş ulan” (Slowly, carbon!) diye bağırıyordun ya, işte o vakit gerçek bir Atletico’lu oldun. En azından biz öyle inanmıştık. Gerçek şu ki biz kendimizi kandırmayı çok severiz. Zaten bence futbol, biraz daha mutlu olmak için gerçeklere el çektirmektir.
2013 yazıydı. Takımdan ayrılacağına dair söylentiler çıktığında “İspanya’da ve Atletico’da çok mutluyum. İyi bir takımız. Malzemecisinden sağ- lık ekibine iyi insanlarla birlikteyiz. Burada ailemle birlikteymiş gibiyim. Gülmeden duramıyorum, fark etmiyor musunuz?” diyordun. Sana inandık Arda. Kasımda, kontratını 2017’ye uzattığında daha da inandık. Ardaturanizm pekişiyordu. “Atletico’yla kontratımı uzattığım için çok mutluyum. Atletico formasıyla geçirdiğim 2 yıldan sonra kendimi bu mükemmel ailenin bir parçası hissediyorum. Eğer ben mutluysam, kulüp de burada devam etmemi istiyorsa bu takım arkadaşlarım sayesinde. Bunu birlikte başardık. Sadece takım arkadaşlarımla değil, yöneticilerimiz ve tüm kulüp personeliyle biz büyük, mükemmel bir aileyiz.” Atletico ailesi hakkında söylediğin güzel sözleri ağzımız kulaklarımızda dinliyor, ne zaman hata yapsan alkışlarımızla sana arka çıkıyorduk. Sakatlandığında ve birçok defa sahadan haftalarca uzak kaldığında sabrettik. Geri döndüğündeyse “Bayrampaşa’da çocuklar yine mutlu, kuşlar tekrar uçuyor” diye twit atıyorduk.
Öyle bir haldeydik ki sana olan sevgimizi nasıl daha iyi ifade ederiz, bilemiyorduk. Biz de sakal bırakmaya karar verdik. Hepimiz; kadınlar dahil... Derken, kırmızı-beyaz dünyamız koca bir sakal yumağına dönüştü. O sakalın sahte, bize çizdiğin kalplerin anlamsız olduğunu anlamaktan ne kadar da uzaktık. Birlikte şampiyon olduk, Süper Kupa’yı kazandık. Şampiyonlar Ligi finaline çıktık. O gece sahada değildin... Sen ve o lanet sakatlıkların yok mu! Eğer oynasaydın o gece kupayı alacaktık. Yine de önemli değil. Seni affettik. Atletico taraftarı kendinden olanı nasıl seveceğini bilir. “Aşk, her gün tekrar tekrar tuttuğun bir sözdür” derler. Bence aşk, hiçbir emek gerektirmediğinde gerçektir. Güne aldatılma kuşkusuyla başlamadığın, sevmek için her gün her gün uğraşmadığın... Bir annenin çocuğunu, bir çocuğun annesini sevmesi gibi. Sadece olur, oradadır, vardır. Ama seninle biz, uzun zamandır güne bir şeylerin ters gittiği duygusuyla uyanıyorduk.
Huzursuzduk. Beklenmedik fauller, vakitsiz kırmızı kartlar... “O iyi ama azimli değil. Daha iyisine ihtiyaç var” diyorlardı. “Bu verimsiz artiste değil...” İki taraf da bu homurdanmaların farkındaydı ama önce biz davrandık ve her şeyin yolunda olduğunu söyledik. Biliyorduk ki, üzerine daha fazla konuşsak üzülecektik... Bir ilişkiye son vermenin birden çok yolu var. Dürüst olalım; sen ne yapacağını bilemedin. 4 yıllık birliktelik, 2 twit ve 1 mektuptan fazlasını hak ediyordu. Cesur olmalıydın. Eve gelip televizyonu kapatarak “Konuşmamız lazım” demeliydin. Ama hayır! Sen, yaz tatili bahanesiyle ailenin yanına döndün. Bizi burada, sıcaktan kavrulan Madrid’de, ne olup ne bittiğini anlamaya çalışırken yalnız bıraktın. Birtakım adamlara eşyalarını toplattın ve gittin. Tribünde bir saniye oturmayan gerçek Atleticolu’lar, bunu hak etmedi.
Senin için bir din yarattık biz. Aykırı bir hareketin sembolü ilan ettik seni. Bayrampaşa dünyanın neresindeymiş, hepimiz öğrendik. Bunların hepsi değersizmiş meğer senin için. Sen değiştin Arda. Ya da belki de hiçbir zaman olduğunu düşündüğümüz kişi değildin. Niye inkâr edelim? Her zaman sevimliydin. Yakın, sürekli gülümseyen ve arada “Yavaş ulan” da diyen... Simeone’nin kaya gibi sert, endüstriyel futbolundaki renk sendin. Vücut çalımlarına, topu kaybetmene ve tribünlere kalpler çizmene teslim olduk. O günleri hafif bir tebessüm ve ağzımdan düşmeyen sigaramla anıyorum şimdi. Sen “başka” olabilirdin, olmadın. Artık sen de kendisine duyulan sevgiyi, hesabına birkaç sıfır daha eklemek için terk edenlerdensin. Tebrikler! Kazandın, Barça’da oynayacaksın. O sıkıcı, manasız “Hayallerim gerçek oldu” klişelerini sen de tekrar tekrar söyle. Artık sen de herkes gibisin. Güle güle..