UEFA Kupası’nı kazanan Galatasaray’ın kimyası da tüm bu eserlerden farklı değildir. Hagi’nin tanrısal yeteneği ve top büyücülüğü ne kadar belirleyiciyse, takımın en ileri ucunda Hakan Şükür’ün hücum presinde başlayan takım savunması kurgusunda, Popescu’nun ayakları ve kafasındaki demir perdenin kestiği tüm toplar Galatasaray’a ve Türk futboluna UEFA Kupası olarak geri dönmüştür.Nasıl “Hagi olmasa UEFA Kupası’nı kazanamazdık” diyorsak, Popescu olmasaydı da o efsanevi geceyi yaşayamayacağımızı kabul edelim artık.
Bu topraklara gelmiş en büyük futbol filozofu Hagi, Popescu’nun alınmasını istedi. O zamanlar, Popescu geldiğinde “Hagi, bacanağını getirdi” diye yazıp geçtiler. Herkesi aptal kendilerini tek akıllı zannedecek kadar aptal olanlar için Popescu’nun tek özelliği Hagi’nin bacanağı olmasıydı. Ama o gün Atatürk Havalimanı’nda başlayıp, Kopenhag Havalimanı’nda UEFA Kupası ile biten o muhteşem filmin en iyi yardımcı erkek oyuncusu tam da bunları yaşamak için gelmişti.
1990 yılında Hollanda’nın PSV takımına transfer olduğunda, PSV’nin yeminli düşmanlarından Ajax’ın sembol ismi Cruyff ilk PSV-Ajax derbisinden sonra Popescu’yu yere göğe sığdıramadı: “Bugün iki takım arasındaki tek fark Popescu’ydu. Bizim Ajax’lılar, üzerlerine gelen her topu taca atmayı savunma yapmak zannediyorlar. Halbuki benim bildiğim savunma, hücumu başlatmak için yapılır. En iyi savunma, hücum; en iyi hücum da savunmadır. Popescu, bunu en iyi şekilde özümseyerek sahada adeta futbol dersi verdi.”
PSV’ye geldikten sonra, takımın sembol ismi Eric Gerets ile yolları kesiştiğinde mevkisinin en iyisi olmayı başardı. 36 yaşında olmasına karşın karşısındaki oğlu yaşındaki rüzgar gibi oyuncuları durdurmayı başaran Gerets, yine aynı odada kaldıkları bir gece ona savunma sanatının en büyük sırrını açıkladı: Oyunun okumak!Popescu 1989’da Hagi’yi bile geçerek Romanya’da “Yılın Futbolcusu Ödülü”nü almıştı. PSV kamplarında Eric Gerets ile geçirilen uzun geceler, bambaşka bir Popescu yarattı.
Popescu, Türkiye’ye “Hagi’nin bacanağı” olarak geldiğinde, Hagi’den bile daha kariyerli bir futbolcuydu. Hagi, Barcelona’da bir türlü rüştünü ispatlayıp sürekli forma şansı bulamazken, Popescu efsanevi Katalan ekibin Figo ile beraber Katalan olmayan ilk kaptanlarından birisi olmuştu. Barcelona’dan ayrıldığında Galatasaray ile söz kesmeden önce başta PSV ve Feyenoord olmak üzere Hollanda ve diğer üst düzey Avrupa liglerinden birçok kulüpten teklif almıştı. Ama o eşi ve Hagi sayesinde İstanbul’u, Galatasaray’ı seçti.1997-2001 yılları arasında Galatasaray, tarihinin en başarılı dönemini yaşarken, UEFA Kupası’nın kazanılmasıyla ölümsüzleşen filmin son anında yine Popescu olacaktı. Popescu, Türkiye’ye UEFA Kupası’nı getiren son penaltı gerilirken, spiker Levent Özçelik adeta yalvarıyordu: “Hadi oğlum, hadi oğlum…” O anda Levent Özçelik’in sesini duyan bir Arap atı, birden şahlanıp bir İngiliz atını bile geçebilirdi. Ama bizler televizyonlarımızın başında o penaltının gol olacağına adımız kadar emindik. Çünkü Popescu, bize öylesine bir güven vermişti ki tıpkı sonu hep mutlu biten filmlerde tam o filmin kopma sahnesinde devreye giren güvenilir yardımcı karakter gibiydi. O anda Ümit Aktan içinden şöyle geçirmiştir herhalde: “Değil Seaman, bütün He-Man’ler gelse yine o topu kurtaramaz.”Tabii ki gol olacaktı. Popescu, tam da bunun için doğmuştu. Filmin başrol oyuncusu Hagi, gereksiz yere Tony Adams ile Tony Adams olup oyundan atıldığında, en iyi yardımcı erkek oyuncu tüm soğukkanlılığı ve zekâsıyla devreye girmişti. Galatasaray, en büyük yıldızını kaybedip 10 kişi kaldığında, Popescu başta kendi takımı olmak üzere hepimize Galatasaray’ın bir an bile bir kişi eksik olduğunu hissettirmedi. Sanki o kalan sürede Popescu, müthiş kariyerinin özetini izlettirdi. PSV’nin “serbest savunmacı”sı, Barcelona’nın muzaffer kaptanı, Romanya’nın gizli kahramanı, her Arsenal atağını başlamadan bitirip G.Saray akınına dönüştürdü. Sürekli takımını ileri itti. Sakat sakat oynayan kaptan Bülent’le oluşturduğu ikili, bizlere Çanakkale Savaşı’nı, İkinci Dünya Savaşı’nda küçük ama gururlu Balkan ülkelerinin işgale karşı verdikleri mücadeleyi hatırlatacak kadar destansıydı. Hepsinin üzerine bir de son penaltıyı sanki antrenmanda atıyormuş kadar soğukkanlılık ve Seaman’ın sinirlerini tahrip eden bir neşeyle filelere yolladığında hemen kendisini Türkiye’ye getiren saha kenarındaki kader arkadaşına, başrol oyuncusuna koştu.
Finalin ertesi günü, İngiliz gazetelerinde “Arsenal’in Nemesisi” manşetinin altında onun penaltı sonrası yüz ifadesi vardı. Barça kaptanı olarak Avrupa Şampiyon’u olduğunda bile bu kadar sevinmemişti. Galatasaray’ı, İstanbul’u, fazlasıyla Rumenlere benzettiği Türkleri bir ayrı sevmişti.Sonraları, biz yine en iyi yardımcı erkek oyuncunun hakkını vermedik. Ona bir jübileyi bile çok görüp “Bu yaşta futbolcudan kâr ettik” diye böbürlenerek Lecce’ye sattığımızda biraz ayıp ettik. Halbuki “bizim” Popescu, bir dahaki sezon Türk oyuncular adamdan sayılmayıp sadece yabancıların parası ödendiğinde parayı almayı reddetmiş, yönetime karşı gelmişti. Son maçında, omuzlara bile alınmamış, sadece ailesinin getirdiği küçük pastayı takım arkadaşlarıyla birlikte kameraların çok uzaklarında yemişti. Galatasaray formasını giydiği 189 maçın her dakikasının her saniyesinin hakkını vermiş, Üçünci Lig takımıyla oynana kupa maçında bile UEFA Kupası Finali’nde oynuyormuş gibi savunma sanatının en eşsiz örneklerini sergilemişti.Bence bir jübileyi değil, antrenman tesislerine Hagi ile birlikte dikilecek bir heykeli hak ediyordu. Ama faal futbolu bırakıp menejer olduktan sonra G.Saray’a getirdiği isimler İstanbul gece hayatına dalıp Popescu olamadıklarında, ağır hakaretlere maruz kaldı. Halbuki o, 2000 yazında Bülent ve Suat’tan sonra üçüncü kaptanlığa getirilip Okan Buruk’un hışmına uğradığında bile sesini yükseltmemiş, “Ben zaten Barcelona’da kaptanlık yaptım, çok isterse hemen ona veririm” demekle yetinmişti...
En iyisi YouTube’u açıp mesela 2000 UEFA Kupası Finali’ni tekrar tekrar izleyelim. Popescu’nun tekrarı yok çünkü!
Ali Ece'nin yıllar önce F Dergisi için yazdığı Popescu portresi...
Ali Ece'nin yıllar önce F Dergisi için yazdığı Popescu portresi...
Geçen "Avrupa da Bir Gün " filmini izledim.Orada da Galatasaray defansı için demir gibi savunmaları var geçilmiyor ,forvete de tanrı yardım ediyor diyorlardı.Bu bütün Avrupalıların kafalarına böyle kazınmış..
YanıtlaSilhttp://nerdenbulastimfutbola.blogspot.com/2010/08/avrupada-bir-gun-galatasaray-depor.html