1995’te Hollanda’nın başına geçti. Bu, üst düzey bir isim için bile bir grup dinamiği sayılabilirdi. Siyah oyuncular, onun yalnızca beyaz oyuncularla konuşmasından şikâyetçiydi. 1996 Avrupa Kupası’nda, bir fotoğrafçı Hollanda takımının öğle yemeğindeki ilginç bir karesini yakaladı: Bütün siyahlar bir masada, beyazlar öbüründeydi. Turnuva devam ederken, siyah oyuncu Edgar Davids televizyona Hiddink’in ‘’kafasını diğer oyuncuların kıçından kaldırması’’ gerektiğini söyledi. Teknik adam da onu evine yolladı. Yetenekli Hollanda takımıysa turnuvaya erken veda etti.Bu olay, Hiddink’e bir teknik direktörün takımın yaşamının her anını takip etmesi gerektiğini öğretti. Örneğin; siyahlar, aşçıların Hollanda Karayipleri yemeklerinden hiç pişirmediği şikâyetinde bulunmuştu. 1996’dan sonra pişirdiler. Takımdaki hiyerarşik meseleler hakkında çok dikkatli olmak gerektiğini de öğrenmişti. 1998 Dünya Kupası öncesinde doğal bir diplomat olan melez Frank Rijkaard’ı asistanlığına getirdi. Her yemekte siyah ve beyazların beraber oturmasını sağlayacak masa planları hazırladı. Oyuncularına bir davranış kuralları belgesi imzalattı. Davids’i de turnuvaya çağırdı. ‘’Bir teknik adam asla inatçı olmamalıdır’’ diyordu. Davids, o turnuvadaki muhteşem Hollanda takımının içinde çok iyi oynadı. Oyuncular o kadar iyi geçiniyordu ki, Hiddink herkesi tetikte tutmak için gerginlikler icat ediyordu: Örneğin golcü Jimmy Floyd Hasselbaink öğle yemeğine başında bir beyzbol kepiyle indiğinde, o kepi kafasına vurarak çıkarttı.Hollanda’nın mutlu takımı, Kupa’da yarı finale kadar yükseldi. Turnuvadan kısa bir süre sonra, hırsının azaldığını kendisi de kabul ediyordu. Hiçbir zaman çalışma delisi olmayan köylü çocuk kendini ispatlamıştı. Golfe merak sardı, futbol giderek bir hobi hâline geliyordu. Ara vermişti ama 2001’de 18 ay sonra Dünya Kupası’nı organize edecek Güney Kore’nin hocası olarak ortaya çıktı. Kore bu turnuvada daha önce birkaç defa oynamış ama hiç maç kazanamamıştı. Kore’deki işi, her şeyden önce psikolojikti. O günlerde Kore Futbolu’nda, bir oyuncu ne kadar yaşlıysa konumu o kadar yüksekti. Yemeklerde önce yaşlılar oturuyor, gençler bekliyordu. Hollandalı futbolcuların çok konuşmasına rağmen, Koreliler suskundu. ‘’Belki dalkavukluk denemez ama’’ diye açıklamıştı bana Hiddink bir defasında, ‘’şöyle bir durumları vardı: ‘kumandan söylesin, onu kabul ederiz.’ Yani takımı gerçekten olgunlaştırmak için bir adım daha atmak zorunda kalıyorsunuz. Kenarda otururken, gücüm birkaç değişiklikle ve devre arasında bir şeyler yapmakla sınırlı. Bu yüzden takımı çekip çevirecek oyunculara ihtiyacınız var.
Sonraları Avustralya ve Rusya’yla yaşananlar da aynıydı: ‘’Hiddink, kendi gücünü bilen, düşünen Hollandalı oyuncular istiyordu. Maç sırasında orta sahaya çıkması gerektiğini gören santrhaf, birkaç metre geri koşmayı akıl eden bir golcü… Merak uyandıran hakem kararlarının da yardımıyla Hiddink, Kore’yi Yarı Final’e çıkardı. Sonrasında ülkenin başkanlığına adaylığını koymasını teklif edenler oldu. Korece yayımlanan otobiyografisi, piyasada 16 ayrı Hiddink biyografisi bulunmasına rağmen yarım milyon sattı. Koreliler, Hiddink’in memleketine akın etti.2006 Dünya Kupası öncesinde Hollandalıya teklif yarışını Avustralya kazandı. Hâlihazırda PSV’yi çalıştırıyordu, ama bu bir problem yaratmadı. Sıkıcı idmanları ve bazen maçları asistanlarına teslim etmekten hep memnuniyet duyan Hiddink, iki takımı da part-time çalıştırmaya başladı. Bir teknik adamın birbirinden bu kadar uzak iki takımı aynı anda yönettiği görülmemiştir. Avustralya’yı çalıştırmak Hiddink’i alıştığı futbol sirkinden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Hollanda’da takımı kampa alındığında onu sadece vatandaşı birkaç gazeteciyle sırt çantalı birkaç gezgin takip ediyordu. Avustralyalı gazetecilerse hiç görünmüyordu. Hiddink, Avustralya’daki spor kültürüne hayran olmakla beraber, onların tarzına eleştirel yaklaşıyordu. Yeni takımıyla ilk idmanına çıktıktan yarım saat sonra oyuncularını durdurdu. Çünkü oyuncular, birbirlerine sürekli, ‘’Hadi Emmo’’, ‘’Tut topu Johnno’’, ‘’Haydi haydi’’ diye bağırıp duruyorlardı. ‘’S..tirler’’ havada uçuşuyordu.Hiddink onlardan sadece bir takım arkadaşları zora girdiğinde ve yönlendirmeye ihtiyacı olduğunda bağırmalarını istedi. Bu herkesin oyun görüşünü geliştirecekti. İdmanın devamında neredeyse hiç ses çıkmadı. Teknik adam, Hollandalı gazetecilere daha sonra şunları anlatacaktı: ‘’Sarf edilen emekle oyun zekâsı arasında hiç denge yok. Avustralya’da insanlar hep güçlerinin tamamını sergiliyor; ama maalesef bazen taktik disiplin atlanıyor.’’ Kimi zaman yapılandan daha azını yapmayı öğrenmeniz gerekir. Avustralyalılar top neredeyse oraya koşuyorlardı. Hiddink futbolcularına belli bölgelere koşmayı yasakladı. Bana, ‘’adanmışlığınız çok yüksekse, stratejik bakışı çoğu zaman kaybedersiniz’’ demişti. Ona göre; doğru şeyi yapmak, her zaman çok şey yapmaktan daha iyiydi. Güney Kore gibi, Avustralya’da Dünya Kupası’nda daha önce hiç maç kazanamamıştı. Hiddink onları ikinci tura çıkarttı. Çeyrek finale giden maçta İtalya’ya ancak son dakika penaltısıyla kaybettiler.
2006’dan sonra Hiddink, dünyadaki her teknik direktörlük işini seçebilirdi. Ama bir kulüp takımı istemedi. Rus Oligark Roman Abramovic’in Chelseasi’ni bile. En büyük ve en kazançlı işi, yani İngiltere Milli Takımı’nı çalıştırmayı da seçmedi. Herhangi bir İngiliz adaydan daha iyi bir CV’si, herhangi bir yabancıdan da daha iyi bir İngilizcesi vardı. Multimilyoner, yorgun futbolcular ve zor karakterlerle baş etmek için psikolojik deneyimi de bulunuyordu. Golcü Wayne Rooney, onun için çocuk oyuncağıydı. Ne var ki, çoğumuz gibi, onun da İngiltere’nin saldırgan tabloid gazetelerinin deşmesini istemediği bir aile problemi bulunuyordu. Bu yüzden vazgeçti.Abramovic, bu kozmopolit dostuyla buluşup kahve içmek için Eindhoven’a uçma alışkanlığı geliştirmişti. Hiddink, gerçekte onun kişisel futbol danışmanı hâline gelmişti. Abramovic, onu sonunda Rusya’nın başına geçmeye ikna etti. Görevi sadece bir takımı yönetmek değil, Rus futbolunu, özellikle de genç takımları yeniden organize etmekti. Rusya, bu şekilde potansiyeli kullanabilecekti. Hiddink, Hollanda geleneğine uyarak, genç futbolcuları takıma çağırdı. Güney Kore’de gözlemlediği sorunların benzeri burada da yaşanıyordu. Futbolcular, Sovyetler Birliği’nin ‘’ben sadece burada çalışırım’’ mantığına uygun davranıyor, risk almıyordu.Jiplerini çalan mafyadan korktukları gibi hocalarından da geleneksel olarak korkuyorlardı. Kimsenin kendilerine bağırmasını istemediklerinden, hata yapmamak için ya yana ya da arkaya, birbirlerinin ayağına pas atıyorlardı. Sahada ‘’zaorganizovonnost’’ yani aşırı organizasyon vardı. Hiddink futbolcularından kendileri adına düşünmelerini, daha renkli paslar atmalarını ve onlara söylenmeden yeni pozisyonlar almalarını istedi. Paslar ileriye gitmeye başladı. Hollandalı teknik adam, gergin oyuncuları için yeni bir çalışma rutini de geliştirdi. Herkes bir topu yere düşürmeden dengede tutmak zorundaydı. Düşüren sırtına topu yiyordu. Oyuncular gülmeye başladı. ‘’Football Dynamo: Modern Russia and the People’s Game’’ isimli kitabın yazarı Mare Bennets, ‘’Sanki Marksizim-Leninizm’i onların içinden çıkardı’’ diyor.
Hiddink, adeti olduğu üzere, oyuncularını motive etmek için hiyerarşiyi sarstı. Oyuncuların daha fazla çalışmasını da sağladı. Çünkü yeterince sağlam değillerdi. Kısacası, en iyi Batı ülkelerinden en modern metotları Rusya’ya sundu. Rusya’nın geleneksel defans oyunu, Felemenk usulüne dönmeye başladı; bununla beraber çalıştırdığı Rusya hep kazanmıyordu. Ama Wembley’de İngiltere’ye 3-0 mağlup olduklarında Abramovic’ten bir mesaj aldı. Oligark, takımın oyununu hiç bu kadar beğenmediğini söylüyordu. Rusların oyunu gelişiyordu. 2008’deki Avrupa Kupası Çeyrek Finali’nde Rusya’nın Hiddink’in memleketi Hollanda’yı 4-1’le devirmesi, daha önce hiç rastlanmayan bir şeyin görülmesini sağladı: Rus futbolcular, eğleniyordu. Maç sonrasında yıldız golcü Andrei Arshavin, ‘’bilge bir Hollandalı’’ hakkında bir şeyler mırıldandı ve ağlamaya başladı.Rusya, eğlenerek oynama konusunda örnek olaydır. Bu durum oyuncusuna inanan Hiddink’in, onlara hata yapma fırsatı vermesinden, bir anlamda kendilerini ifade etme özgürlüğü vermesinden kaynaklanıyor. Teknik adam, bana bir defasında PSV’nin İsviçreli genç umudu Johan Vonlanthen’i anlatmıştı. Futbolcu kazanmak konusunda o kadar takıntılıydı ki, idmanlarda bile aşırı konsantre oluyordu. Hiddink ise, futbolcusuna ‘’Binlerce hata yapmana izin veririm ama senin sahada güldüğünü görmek istiyorum’’ demişti. Hiddink hatadan fazlasına da izin veriyor ama bazen oyunculara bunu anlatmak zor. Fenerbahçe’de görev yaptığı dönemdeki futbol anlayışını, ‘’Hoca’ya karşı çıkmaya izin verilmezdi’’ diye anlatıyor. ‘’İdmanda maça katılırsam, bir oyuncunun bana vurmasına ses çıkarmazdım. Ama ilk haftalarda etrafım hep boş oluyordu, çünkü herkes metrelerce ötemde oynuyordu. Sonunda biri beni tekmelemeye cesaret etti ve hemen kıpkırmızı oldu.’’
Futbolda kötü günler de yaşanır. O günlerden çıkışın yöntemi, en azından berbat durumda olmamaktır, bazen vasatla da idare edilebilir. Hiddink’in ‘’alt sınır’’ diye ifade ettiği bu çıta, yine de yeterince yüksekte. Kendisi şöyle açıklıyor: ‘’Hiçbir şey yolunda gitmediğinde, zorlamaya devam edersiniz. Böyle zorlamak sizi kesinlikle daha kötü bir duruma sokar. Futboldaki en zor şey, işte bu kendine hâkim olma gücüdür.’’ Buna kendisinin ihtiyaç duyduğu dönemler de yaşadı, ama aşmanın yollarını arayıp buldu.Agresif futbol basınını ilk defa Türkiye’de görmüştü. Teknik adam, Türkiye’yi anarken bir fotoğrafçının, güzel bir dansözle müstehcen bir fotoğrafını çekerek kendisine komplo kurduğunu hatırlıyor. Türkiye deneyiminden ve daha önceki İspanya günlerinden gazetelere aldırış etmemeyi öğrendi. Bu düstur o günden beri yoluna ışık tutuyor. Yeni Hiddink eleştirilerle sarsılmıyor. İç huzuru var. Menajeri Cees van Nieuwenhuizen, ‘’Türkler, Guus’u ayartmak için çok uğraştı’’ diyor. Hiddink, Amsterdam’da Amstel Nehri üzerindeki rüya gibi evine çabuk bir uçuş mesafesindeki İstanbul yaşantısını sabırsızlıkla bekliyor. Bir milli takım hocası olarak, Liverpool ya da Juve’de yapacağı gibi sabahın sekizinde işe gitmesi de gerekmeyecek.Ama Hiddink, hoş bir yaşantıdan fazlasını istiyor. Son teknik direktörlük görevinde, uluslararası bir başarı kazanmayı hedefleyecektir. Yeterince iltifat aldı. Son on yılda Türkiye’nin kendisi olmadan bir Dünya, bir de Avrupa Yarı Finali oynadığını da biliyor. 2012’deki hedefi daha da ileri gitmek olacaktır.
''Futbol Asla Sadece Futbol Değildir'' adlı kitabın yazarı,Simon Kuper'in Newsweek Türkiye için yazdığı Hiddink makalesi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder